Ercan Güven, naçiz kanaatimce bu ülkenin en değerli spor yazarı. Taraftar kimliğinin olmaması bir yana, doğru bildiğinden hiç ödün vermeyen, hiç kimseden korkmayan ve hiç kimseye de hizmet etmeyen bir erdem âbidesi adeta. Onun bugünkü köşesinde yazdığı bir yazıyı buraya almak istiyorum. Derby maçta kendi taraftarını G.Saray'a karşı kışkırttığı, Ş.Ligi maçlarında ise durdurduğu ama G.Saray'a karşı hep organize ettiği söylenen Fenerbahçe kulübünün aslında hangi mentalitede olduğunu gösteren bir yazı bu. Tabii anlayana.
---
Bunu da mı yapacaktın!..
Başlığın muhatabı Fenerbahçe... “Yaptığı” ne?.. Tam sekiz taraftarını İstanbul Valiliği Spor İl Güvenlik Kurulu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Spor Asayiş Bürosu ve Futbol Federasyonu’na “ihbar” etmek.
Hem de fotoğraflarıyla birlikte.
Derbiden sonra yememiş içmemiş Fenerbahçe yöneticileri, geniş bir teknik ekiple oturup görüntüleri incelemiş. Tek tek... Öyle kolay iş değil. Sahaya atılan madde ile senkron tutturmak lazım ki, atanı bulasın.
90 dakika x 50 bin seyirci x 12 yabancı madde:
Feci bir emek.
Önce yerlerini saptamışlar. Sonra isimlerini. Dosyaya görüntüleri de eklemişler... Doğru Emniyet’e...
“Alın” diyorlar; “Bunlar ezeli rakibimiz Galatasaray’a eline geçeni atanlar... Gerekeni yapın”!
Düşünsenize... Galatasaray’a su attığı için Fenerbahçe tarafından enselenen ve savcıya teslim edilen bir Fenerbahçeli! Bir de değil; sekiz...
Yahu burası neresi?.. İsviçre mi?..
Daha düne kadar “karakoldan aldığı taraftar sayısı” ile ölçülürdü yöneticilerin itibarı. Düne kadar sahaya atılan malzemeleri satın alıp, paketleyip taraftarlara servis ettiği söylenirdi başkanların. Yönetici dediğin takımın değil taraftarın finansörüydü. Deplasman timini de o kurardı, konuk takımın dövülmesine de o göz yumardı. Yakalanana gönüllü avukatlık da cabası.
Sanki dünya tersine döndü.
Sorarlar adama:
Ne iş Fenerbahçe? Bunu da mı yaptın sonunda.
Evet... Çok şükür... Nihayet.
Çünkü medeniyet deniyor buna...
Medeniyet, Adalet, Vatandaşlık bilinci, Sportif ahlak... Ve en önemlisi “Gerçek Fenerbahçe sevgisi”!..
Fenerbahçe’ye zarar veren Fenerbahçeli’yi çekinmeden adalete teslim etmek, bu demek.
Yaptı Fenerbahçe.
Dahası, “ilk” olarak yaptı.
Peki, nerede “iltifatları” bu “marifetin”?..
Neden yer yerinden oynamadı. Hani “temiz futbol” sevdalıları?
Kışkırtırken “toplum mühendisliği” görevini çok iyi yapıyorsun, bu tarihi adımda niye ses çıkarmıyorsun?
Saatini gündemin rüzgârına göre mi ayarlıyorsun?. “Futbol doğru yola girerse bana yer kalmaz” diye mi korkuyorsun?
Ben yazayım:
Fenerbahçe kimlikli olanlar, maalesef sırtlarını “taraftar” sandıkları bir takım tribün güçlerine dayamışlar. Oradan alkış alarak yaşıyorlar. Bir çeşit simbiyosis. Yani ortak yaşam. Taş atan adam ile laf atan adamın ortak yaşamı.
Ve onlar, “hayat arkadaşları” kırılır diye sessiz kalmayı yeğliyorlar. Duruma göre pozisyon alacaklar.
Fenerbahçeli olmayanlar, içlerine sindiremiyorlar böyle büyük bir adımın Fenerbahçe’den gelmesini. İşin içinde kıskançlık var.
Bana göre hava hoş...
Net söylüyorum, Fenerbahçe’nin yaptığı futbol tarihine “devrim” başlığı ile yazılacaktır. Asla unutulmaması ve her kulüp tarafından cesaretle uygulanması lazımdır. Zaten bir kere başladı mı, kimse önünde duramaz devrimlerin.
Direnmeyin...
Takdir edin, örnek alın.
7 Kasım 2009 Cumartesi
6 Kasım 2009 Cuma
Hafta sonu maç yayınları
7 Kasım Cumartesi
16:30 Bayern Münih - Schalke / TRT 3
17:00 Manchester City-Burnley / Spormax
19:30 Wolverhampton-Arsenal / Spormax
20:00 Trabzonspor-Beşiktaş / Lig TV
20:00 PSG-Nice / Kanal A
21:00 Barcelona-Real Mallorca / NTV
21:45 Atalanta-Juventus / NTV Spor
22:00 Sochaux-Lens / Kanal A
22:30 Atletico PR-Goias / Spormax
23:00 Atletico Madrid-Real Madrid / NTV
8 Kasım Pazar
13:00 CSKA Moskova-Rubin Kazan / Spormax
13:30 Giresunspor-Altay / D Spor
14:45 Falkirk-Celtic / Euro Futbol
15:30 AZ Alkmaar-Feyenoord / Futbol Smart
16:00 Sivasspor-Kayserispor / Lig TV
16:00 Lazio-Milan / NTV Spor
16:30 Hannover 96-Hamburg / TRT 3
17:30 Twente-Ajax / Futbol Smart
18:00 Toulouse-Rennes / Kanal A
18:00 Chelsea-Manchester United / Spormax
18:30 Werder Bremen - Borussia Dortmund / TRT 3
20:00 Fluminense-Palmeiras / Spormax
20:00 Lille-Bordeaux / Kanal A
20:00 Diyarbakırspor-Galatasaray / Lig TV
21:45 Inter-Roma / NTV Spor
22:00 Lyon-Marseille / Kanal A
22:00 Sevilla-Villareal / NTV
9 Kasım Pazartesi
20:00 Karşıyaka-Bucaspor / D Spor
22:00 Liverpool-Birmingham City / Spormax
16:30 Bayern Münih - Schalke / TRT 3
17:00 Manchester City-Burnley / Spormax
19:30 Wolverhampton-Arsenal / Spormax
20:00 Trabzonspor-Beşiktaş / Lig TV
20:00 PSG-Nice / Kanal A
21:00 Barcelona-Real Mallorca / NTV
21:45 Atalanta-Juventus / NTV Spor
22:00 Sochaux-Lens / Kanal A
22:30 Atletico PR-Goias / Spormax
23:00 Atletico Madrid-Real Madrid / NTV
8 Kasım Pazar
13:00 CSKA Moskova-Rubin Kazan / Spormax
13:30 Giresunspor-Altay / D Spor
14:45 Falkirk-Celtic / Euro Futbol
15:30 AZ Alkmaar-Feyenoord / Futbol Smart
16:00 Sivasspor-Kayserispor / Lig TV
16:00 Lazio-Milan / NTV Spor
16:30 Hannover 96-Hamburg / TRT 3
17:30 Twente-Ajax / Futbol Smart
18:00 Toulouse-Rennes / Kanal A
18:00 Chelsea-Manchester United / Spormax
18:30 Werder Bremen - Borussia Dortmund / TRT 3
20:00 Fluminense-Palmeiras / Spormax
20:00 Lille-Bordeaux / Kanal A
20:00 Diyarbakırspor-Galatasaray / Lig TV
21:45 Inter-Roma / NTV Spor
22:00 Lyon-Marseille / Kanal A
22:00 Sevilla-Villareal / NTV
9 Kasım Pazartesi
20:00 Karşıyaka-Bucaspor / D Spor
22:00 Liverpool-Birmingham City / Spormax
5 Kasım 2009 Perşembe
Fenerbahçe 3 - Steaua 1
Fenerbahçe, en ideal kadrosuyla çıktığı Avrupa Ligi maçında Rumen temsilcisi Steaua'yı nispeten rahat bir oyun sonucu 3-1 mağlup etmeyi başardı. Kadro yapısına uygun bir şekilde ayağa hızlı paslarla sahaya iyi yayılarak oyuna başlayan sarı-lacivertliler, ileride Semih ya da Güiza değil, Kâzım'ın oynaması sayesinde oldukça diri gözükürken, bugüne kadar bu kupada sadece 1 gol yiyip hiç atamayan, savunma yapmayı da iyi bilen rakibine ilk dakikadan itibaren üstünlük kurmayı becerdi. Andre Santos'un harika golüyle skor avantajını ele geçirdikten sonra, bu yıl ligde de defalarca gördüğümüz üzere geriye fazla yaslanan, topun kontrolünü (ilginç bir şekilde) rakibine bırakan ve temposunu yitiren bir takım seyrettik. Nitekim yine bu yıl örneklerini daha önce gördüğümüz üzere Gökhan'ın lakayt savunması ve Bilica'nın dikkatsizliği sonucu Steaua beraberliği sağladı. Fenerbahçe bu golden sonra yeniden gaza geldi ve iştahlandı ama bunun için vakit kalmamıştı. İlk yarı 1-1 sona erdi.
İkinci yarıya yeniden hırslı bir oyunla giren temsilcimiz, ilk goldeki gibi Kâzım'ın sırtı dönük aldığı bir topla kazanılan serbest vuruşta Alex'in muhteşem ortası ve Bilica'nın fırsatçılığı sonucunda yeniden öne geçti. Bu dakikadan itibaren Steaua'nın gardının iyice düştüğünü gördük ve Fenerbahçe istediği gibi top yapmaya başladı. Alex'in solo golü sonucunda da zaten maç bitti.
Fenerbahçe'de yıllardır gördüğümüz disiplinsizlik ve vurdumduymazlık bugün en alt seviyedeydi. Birey olarak baktığımızda ilk sıraya yine Alex ve Emre'yi yazmamız gerekir. Emre şu anda bu ülkenin (açık ara) en iyi futbolcusu durumunda ve onu sakatlanmaması çok önemli. Defans dörtlüsü yenilen gol dışında gayet iyiydi. Cristian oyunun defansif yönünde yine işini iyi yaptı yalnız attığı aynı tarzda ve aynı yerden auta giden 3 şutu profesyonel bir futbolcu nasıl çeker, gerçekten de anlamak güç. Andre Santos yine bitik görünmesine rağmen olağanüstü bir gol attı, ayrıca yapılan paslara olumlu katkıda bulundu. Topuz ise G.Saray maçından beri son derece vasat oynuyor.
Kâzım'a her zamanki gibi ayrı bir paragraf açıyorum. Onunla ilgili olarak bugüne kadar pek çok yazı yazdım ve Daum'un da bu takımın forvetinin o olduğunu nihayet gördüğüne inanmak istiyorum. Gücü, presi, gayreti, top saklayabilmesi ve bugün pek göremediğimiz şut özelliğiyle Kâzım, Güiza ve Semih'ten bir gömlek daha iyi bir oyuncu. Umarım bundan sonra 9 numarada onu seyrederiz. Ama elbette daha geliştirecek çok şeyi var. Nereye ne zaman koşacağını, ofsaytta kalmamak için ne yapması gerektiğini, arkadaşlarıyla nasıl koordine olacağını oynadıkça öğrenecektir.
Fenerbahçe Twente'ye yenilmeyip Sheriff'i de yenerek grubu lider bitirecek diye düşünüyorum.
Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan 7 - Gökhan 6, Lugano 8, Bilica 8, Roberto Carlos 7 - Topuz 6, Cristian 7, Emre 7 (67' Özer 6), Andre Santos 7 - Alex 9 (84' Selçuk) - Kâzım 6 (67' Güiza 6)
Steaua (4-4-2): Zapata 5 - Marin 5, Baciu 6, Ghionea 6 (63' Moreno 5), Rada 5 - Szekely 6, Bicfalvi 5, Toja 7, Nicolita 7 - Tanase 6, Kapetanos 7
Goller (3-1): Andre Santos 14', Bilica 51', Alex 66' - Kapetanos 38'
İkinci yarıya yeniden hırslı bir oyunla giren temsilcimiz, ilk goldeki gibi Kâzım'ın sırtı dönük aldığı bir topla kazanılan serbest vuruşta Alex'in muhteşem ortası ve Bilica'nın fırsatçılığı sonucunda yeniden öne geçti. Bu dakikadan itibaren Steaua'nın gardının iyice düştüğünü gördük ve Fenerbahçe istediği gibi top yapmaya başladı. Alex'in solo golü sonucunda da zaten maç bitti.
Fenerbahçe'de yıllardır gördüğümüz disiplinsizlik ve vurdumduymazlık bugün en alt seviyedeydi. Birey olarak baktığımızda ilk sıraya yine Alex ve Emre'yi yazmamız gerekir. Emre şu anda bu ülkenin (açık ara) en iyi futbolcusu durumunda ve onu sakatlanmaması çok önemli. Defans dörtlüsü yenilen gol dışında gayet iyiydi. Cristian oyunun defansif yönünde yine işini iyi yaptı yalnız attığı aynı tarzda ve aynı yerden auta giden 3 şutu profesyonel bir futbolcu nasıl çeker, gerçekten de anlamak güç. Andre Santos yine bitik görünmesine rağmen olağanüstü bir gol attı, ayrıca yapılan paslara olumlu katkıda bulundu. Topuz ise G.Saray maçından beri son derece vasat oynuyor.
Kâzım'a her zamanki gibi ayrı bir paragraf açıyorum. Onunla ilgili olarak bugüne kadar pek çok yazı yazdım ve Daum'un da bu takımın forvetinin o olduğunu nihayet gördüğüne inanmak istiyorum. Gücü, presi, gayreti, top saklayabilmesi ve bugün pek göremediğimiz şut özelliğiyle Kâzım, Güiza ve Semih'ten bir gömlek daha iyi bir oyuncu. Umarım bundan sonra 9 numarada onu seyrederiz. Ama elbette daha geliştirecek çok şeyi var. Nereye ne zaman koşacağını, ofsaytta kalmamak için ne yapması gerektiğini, arkadaşlarıyla nasıl koordine olacağını oynadıkça öğrenecektir.
Fenerbahçe Twente'ye yenilmeyip Sheriff'i de yenerek grubu lider bitirecek diye düşünüyorum.
Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan 7 - Gökhan 6, Lugano 8, Bilica 8, Roberto Carlos 7 - Topuz 6, Cristian 7, Emre 7 (67' Özer 6), Andre Santos 7 - Alex 9 (84' Selçuk) - Kâzım 6 (67' Güiza 6)
Steaua (4-4-2): Zapata 5 - Marin 5, Baciu 6, Ghionea 6 (63' Moreno 5), Rada 5 - Szekely 6, Bicfalvi 5, Toja 7, Nicolita 7 - Tanase 6, Kapetanos 7
Goller (3-1): Andre Santos 14', Bilica 51', Alex 66' - Kapetanos 38'
3 Kasım 2009 Salı
Sen ne biçim adamsın?
İtalyan futbolunun ve Sampdoria'nın düşük çeneli süper yıldızı Antonio Cassano, son lig maçında oyundan çıkarken kendisini yuhalayan taraftarlar hakkında öyle laflar etmiş ki, insanın inanası gelmiyor. Cassano'nun sözleri aşağı yukarı şöyle: "Bana edilen hakaretleri duydum. Eğer burada hoş karşılanmıyorsam, tıpkı Roma'da ve Madrid'de yaptığım gibi, sorun çıkarmadan gidebilirim... 11 hafta geride kaldı ve ligde, Juventus ile birlikte ikinci sırayı paylaşıyoruz. Zirvedeki Inter ise zaten herkesin bir adım önünde ve sadece kendisiyle mücadele ediyor. Bu yüzden, insanları sürekli Nutella yemeye alıştırmamak gerekiyor. Neye sahip olduklarını anlamaları için, arada sırada onlara biraz da 'pislik' yedirmelisiniz!"
Bu sözleri söylemek için kişinin biraz deli olması ve mangal gibi de bir yüreğinin olması gerekiyor. Ülkemizde büyük takımlarından birinde oynayan bir yıldızın böyle konuştuğunu tasavvur bile edemiyorum. Kim bilir neler olurdu sonucunda...
Not: Cassano ile ilgili en sevdiğim hikâye şu: Bari'de oynarken 18 yaşında bir züppe olarak antrenmanlara motorsikleti ile gidip geliyormuş. Takımdaki hocası, onun sağlığı açısından tehlikeli olduğunu düşündüğünden kendisini uyarmış ve bir daha motora binmesini istemediğini belirtmiş. Cassano'nun cevabı şöyle: "İyi; o zaman beni antrenmanlara sen götürüp getirirsin... (!)"
Bu sözleri söylemek için kişinin biraz deli olması ve mangal gibi de bir yüreğinin olması gerekiyor. Ülkemizde büyük takımlarından birinde oynayan bir yıldızın böyle konuştuğunu tasavvur bile edemiyorum. Kim bilir neler olurdu sonucunda...
Not: Cassano ile ilgili en sevdiğim hikâye şu: Bari'de oynarken 18 yaşında bir züppe olarak antrenmanlara motorsikleti ile gidip geliyormuş. Takımdaki hocası, onun sağlığı açısından tehlikeli olduğunu düşündüğünden kendisini uyarmış ve bir daha motora binmesini istemediğini belirtmiş. Cassano'nun cevabı şöyle: "İyi; o zaman beni antrenmanlara sen götürüp getirirsin... (!)"
2 Kasım 2009 Pazartesi
Championship gecesi
Bu gece işimiz gücümüz olmadığından, yapılacak en iyi şey olarak bir film seyretme ya da Sheffield Utd – Newcastle maçını takip etme arasında bir müddet gidip geldik, sonra nihayet Championship müsabakasında karar kıldık. Öyle ya, söz konusu olan, bir ülkenin “ikinci” ligi olabilir ama bu ülke İngiltere ise olağanüstü bir stadyum, dolu tribünler, kusursuz bir çim saha, yüksek bir tempo ve kıyasıya bir mücadele göreceğimiz neredeyse garanti diyebiliriz. Bunların yanında, bu blogda “kadri bilinmeyen” bir yıldız olarak daha evvel yer verdiğimiz Fabricio Coloccini’nin yanı sıra, Jonas Gutierrez, Alan Smith, Kevin Nolan, Henry Camara gibi oyuncuları izlemek de cabası.
Maça, beklenebileceği gibi tempolu bir mücadele ile girildi. Ev sahibi Sheffield, seyircisinin gücünü de arkasına alarak iştahlı bir şekilde skor avantajını aramaya başladı. Newcastle ise 4-4-1-1 düzeninde geride alan daraltıp hızlı çıkışlarla sinsi bir anî akın golünü kovalıyordu. Ev sahibi takım, kurduğu baskı neticesinde 5, 14, 17 ve 45. dakikalarda önemli gol pozisyonlarına girmeyi de başardı; ne var ki hiçbirinde çerçeveyi bulamadılar. Newcastle ise 23. dakikada Taylor ile bulduğu net olmayan bir pozisyonda gole yaklaştı. İlk yarıda ev sahibi ekip 4 kez kaleyi bulurken, Newcastle’ın isabetli şutu yoktu.
İkinci yarı aslında ilkinden farksız bir görüntüde başladı ama girişteki 5 dakikayı atlatan konuk ekip, bunu takiben art arda ciddi pozisyonlar bulmayı başardı: Önce Nolan’ın sol çarprazdan yaptığı muazzam vuruşu kaleci aynı güzellikte çıkardı. Bu pozisyonun devamında Carroll’ın kafa vuruşu direkten döndü. 1 dakika sonra ise Nolan’ın hücum presle kaptığı top sonucu Taylor’ın uzak menzilli şutu, savunmada Morgan’a çarptı ve tam köşeye giderek Saksağanlar’ı öne geçirdi. Pozisyonu tekrar izlediğimizde Nolan’ın topu çalarken rakibine faul yaptığı, hakemin ise olay mahalline çok yakın olmasına rağmen anlamsız ve şaşırtıcı bir şekilde devam dediği net bir şekilde görülebiliyordu.
Bu golle iyice morali bozulan Sheffield ekibinin şoku atlatması oldukça uzun sürdü, Newcastle’ın ise kendine güveni arttı. Oyunun geri kalanında konuk ekip savunmada direncini yükseltip daha iyi kapanmaya başladı; neredeyse 40 dakika süren “gol sonrası” bölümde ev sahibinin bulduğu tek pozisyon da zaten karambol sonucu geldi. Ne var ki 40 dakika boyunca (tabir caizse) uyuyan Sheffield, uzatma dakikalarında 2 kez gole çok yaklaştı ama orada da tecrübeli kaleci Harper’a takıldılar.
Newcastle’da Fabricio Coloccini inanılmaz derecede klas bir defans oyuncusu ve bir lider olarak takımın yine en iyisiydi. Yanı sıra 20 yaşındaki pivot santrfor Carroll çalışkan oyunuyla bana oldukça ümit verdi diyebilirim. Artık 35 yaşındaki Butt ön liberoda her zamanki istikrarlı görüntüsünü sergilerken, Arjantin millî takım oyuncusu Jonas Gutierrez vasattı. Ev sahibinde ise göze çarpan bir oyuncu göremedim. Zaten iki takımın kâğıt üzerindeki kadroları arasında da oldukça fark var.
Not: Newcastle'ın o forması nedir öyle ya?!
Sheffield Utd (4-4-2): Bennett - Walker (60’ France), Morgan, Davies, Kilgallon - Treacy, Harper, Quinn, Stewart (70’ Cotterill) - Henderson, Evans (76’ Camara)
Newcastle (4-4-1-1): Harper - Simpson (76’ Ranger), Coloccini, Kadar, Jose Enrique - Taylor, Alan Smith, Nicky Butt, Jonas Gutierrez (85’ Harewood) - Nolan - Carroll
Goller (0-1): Morgan (kk) 54’
Maça, beklenebileceği gibi tempolu bir mücadele ile girildi. Ev sahibi Sheffield, seyircisinin gücünü de arkasına alarak iştahlı bir şekilde skor avantajını aramaya başladı. Newcastle ise 4-4-1-1 düzeninde geride alan daraltıp hızlı çıkışlarla sinsi bir anî akın golünü kovalıyordu. Ev sahibi takım, kurduğu baskı neticesinde 5, 14, 17 ve 45. dakikalarda önemli gol pozisyonlarına girmeyi de başardı; ne var ki hiçbirinde çerçeveyi bulamadılar. Newcastle ise 23. dakikada Taylor ile bulduğu net olmayan bir pozisyonda gole yaklaştı. İlk yarıda ev sahibi ekip 4 kez kaleyi bulurken, Newcastle’ın isabetli şutu yoktu.
İkinci yarı aslında ilkinden farksız bir görüntüde başladı ama girişteki 5 dakikayı atlatan konuk ekip, bunu takiben art arda ciddi pozisyonlar bulmayı başardı: Önce Nolan’ın sol çarprazdan yaptığı muazzam vuruşu kaleci aynı güzellikte çıkardı. Bu pozisyonun devamında Carroll’ın kafa vuruşu direkten döndü. 1 dakika sonra ise Nolan’ın hücum presle kaptığı top sonucu Taylor’ın uzak menzilli şutu, savunmada Morgan’a çarptı ve tam köşeye giderek Saksağanlar’ı öne geçirdi. Pozisyonu tekrar izlediğimizde Nolan’ın topu çalarken rakibine faul yaptığı, hakemin ise olay mahalline çok yakın olmasına rağmen anlamsız ve şaşırtıcı bir şekilde devam dediği net bir şekilde görülebiliyordu.
Bu golle iyice morali bozulan Sheffield ekibinin şoku atlatması oldukça uzun sürdü, Newcastle’ın ise kendine güveni arttı. Oyunun geri kalanında konuk ekip savunmada direncini yükseltip daha iyi kapanmaya başladı; neredeyse 40 dakika süren “gol sonrası” bölümde ev sahibinin bulduğu tek pozisyon da zaten karambol sonucu geldi. Ne var ki 40 dakika boyunca (tabir caizse) uyuyan Sheffield, uzatma dakikalarında 2 kez gole çok yaklaştı ama orada da tecrübeli kaleci Harper’a takıldılar.
Newcastle’da Fabricio Coloccini inanılmaz derecede klas bir defans oyuncusu ve bir lider olarak takımın yine en iyisiydi. Yanı sıra 20 yaşındaki pivot santrfor Carroll çalışkan oyunuyla bana oldukça ümit verdi diyebilirim. Artık 35 yaşındaki Butt ön liberoda her zamanki istikrarlı görüntüsünü sergilerken, Arjantin millî takım oyuncusu Jonas Gutierrez vasattı. Ev sahibinde ise göze çarpan bir oyuncu göremedim. Zaten iki takımın kâğıt üzerindeki kadroları arasında da oldukça fark var.
Not: Newcastle'ın o forması nedir öyle ya?!
Sheffield Utd (4-4-2): Bennett - Walker (60’ France), Morgan, Davies, Kilgallon - Treacy, Harper, Quinn, Stewart (70’ Cotterill) - Henderson, Evans (76’ Camara)
Newcastle (4-4-1-1): Harper - Simpson (76’ Ranger), Coloccini, Kadar, Jose Enrique - Taylor, Alan Smith, Nicky Butt, Jonas Gutierrez (85’ Harewood) - Nolan - Carroll
Goller (0-1): Morgan (kk) 54’
Ercan Saatçi vak'ası
Ercan Saatçi'yi, 90'lı yılların başlarında, ortaokul dönemimde popüler olan İzel-Çelik-Ercan trio'sundan tanıyorum. Fenerbahçeli oluşu ve bunu saklamaması ile nazarımda belli bir sempati de sağlamıştır o dönemde. Akabinde Türk pop camiasını ve Türk televizyonlarını 2000'lerin başında izlemeyi tamamen bırakan biri olarak o ve birçok popüler yüzle bağlantım koptu. Sadece jandarmaya yalakalık olsun diye yaptığı bir marşı ve albümü duymuştum. Bu olay vesilesiyle kendisine karşı filizlenen nefretim, sevdiğim Mirkelam'ı da o işe bulaştırmasıyla katmerlenmişti.
Uzun yıllardır Hürriyet spor sayfalarında nasıl, neden ve hangi vasıfla bir köşe edindiğini anlamamakla birlikte, yazdığı hiçbir şeyi (ama hiçbir şeyi) hiçbir gün okumadım. Ertuğrul Özkök gibi liboş bir süne zararlısının damadı hususiyetiyle bâb-ı âlide mevki edinmesi antipatimizi arttıran bir unsur oldu yıllar içinde (bu arada "Türkiye Türklerindir" gibi faşist bir söylemi adının yanına nakış gibi işleyen o rezil gazeteyi 20 senedir hayatımda hiç evime sokmadım, bunu da belirtmek isterim). Tam Saatçi'nin bu dünyada yaşadığını bile unutmuştum ki, birkaç gün önce internet'e düşen bir video ile yeniden hatırladım kendisini. Ve rahatlıkla "hatırlamaz olaydım" diyebiliyorum. Bu ülkede, Çetin Altan üstadın hep söylediği bir şeyin ne kadar geçerli olduğunu gösteren demonstratif bir örnek aslında Ercan Saatçi. Nedir o şey? "Bu ülkede değerli insanlar önemsiz, değersiz kişiler önemli" maalesef. Şimdi sadece spor dünyamız açısından bakacak olursak; Ercan Saatçi'nin, Şadan Kalkavan'ın, Levent Erdoğan'ın, Cemal Aydın'ın, Fatih Terim'in, Ömer Çavuşoğlu'nun, Yıldırım Demirören'in, Aziz Yıldırım'ın, Adnan Sezgin'in, Mehmet Ali Yılmaz'ın ve daha nicelerinin herhangi bir açıdan "değerli" olduğunu söylemek mümkün müdür? Katiyen değildir, bilakis bir toplu iğnenin ucu kadar bile değerleri yoktur, en azından benim nazarımda. Ama "önemli" kişiler olduklarını yadsıyabilir miyiz? Kesinlikle hayır. Aslında Ercan Saatçi olayına, büyük resim açısından böyle bakmak lâzım.
Ama olayı kendi içinde değerlendirirsek, iki kişinin yaptığı bel altı bir muhabbetin geniş kitlelerce duyulması diye küçümsemek mümkün değil. Özülkü ve Saatçi'nin her ikisi de öncelikle birer "müzisyen". Ama müzik adamı olarak bile ne denli paçavra olduklarını, konuşma şekilllerinden anlıyoruz. "Siz kendi aranızda böyle konuşmuyor musunuz?" diyerek bu hadiseyi masumlaştırmak, karşıdakini aptal yerine koymaya çalışmakla eşdeğerdir. Herkes konuşabilir, sen de kendi evinde konuşabilirsin ama bir televizyon kanalının programının çekimleri esnasında, orada onca insan varken bu tarz bir lisan kullanıyorsan, sana insan bile dememek gerekir. Zaten hiçbirimiz de demiyoruz sanırım. Hatta düşüncelerimi şöyle süsleyeyim: Ben Ercan Saatçi'nin babası olsam, kendisiyle ilk karşılaşmamda şöyle derdim: "Ben sana Hürriyet'in spor koordinatörü olamazsın demedim ki..."
Son olarak yine geniş bir perspektiften bir soruyla yazıyı bitirmek isterim: Bu olay yeterince rezil ve yüz karası, hepimizin kabûlü. Ama Türk futbol camiasının neresi doğru ki zaten?
Uzun yıllardır Hürriyet spor sayfalarında nasıl, neden ve hangi vasıfla bir köşe edindiğini anlamamakla birlikte, yazdığı hiçbir şeyi (ama hiçbir şeyi) hiçbir gün okumadım. Ertuğrul Özkök gibi liboş bir süne zararlısının damadı hususiyetiyle bâb-ı âlide mevki edinmesi antipatimizi arttıran bir unsur oldu yıllar içinde (bu arada "Türkiye Türklerindir" gibi faşist bir söylemi adının yanına nakış gibi işleyen o rezil gazeteyi 20 senedir hayatımda hiç evime sokmadım, bunu da belirtmek isterim). Tam Saatçi'nin bu dünyada yaşadığını bile unutmuştum ki, birkaç gün önce internet'e düşen bir video ile yeniden hatırladım kendisini. Ve rahatlıkla "hatırlamaz olaydım" diyebiliyorum. Bu ülkede, Çetin Altan üstadın hep söylediği bir şeyin ne kadar geçerli olduğunu gösteren demonstratif bir örnek aslında Ercan Saatçi. Nedir o şey? "Bu ülkede değerli insanlar önemsiz, değersiz kişiler önemli" maalesef. Şimdi sadece spor dünyamız açısından bakacak olursak; Ercan Saatçi'nin, Şadan Kalkavan'ın, Levent Erdoğan'ın, Cemal Aydın'ın, Fatih Terim'in, Ömer Çavuşoğlu'nun, Yıldırım Demirören'in, Aziz Yıldırım'ın, Adnan Sezgin'in, Mehmet Ali Yılmaz'ın ve daha nicelerinin herhangi bir açıdan "değerli" olduğunu söylemek mümkün müdür? Katiyen değildir, bilakis bir toplu iğnenin ucu kadar bile değerleri yoktur, en azından benim nazarımda. Ama "önemli" kişiler olduklarını yadsıyabilir miyiz? Kesinlikle hayır. Aslında Ercan Saatçi olayına, büyük resim açısından böyle bakmak lâzım.
Ama olayı kendi içinde değerlendirirsek, iki kişinin yaptığı bel altı bir muhabbetin geniş kitlelerce duyulması diye küçümsemek mümkün değil. Özülkü ve Saatçi'nin her ikisi de öncelikle birer "müzisyen". Ama müzik adamı olarak bile ne denli paçavra olduklarını, konuşma şekilllerinden anlıyoruz. "Siz kendi aranızda böyle konuşmuyor musunuz?" diyerek bu hadiseyi masumlaştırmak, karşıdakini aptal yerine koymaya çalışmakla eşdeğerdir. Herkes konuşabilir, sen de kendi evinde konuşabilirsin ama bir televizyon kanalının programının çekimleri esnasında, orada onca insan varken bu tarz bir lisan kullanıyorsan, sana insan bile dememek gerekir. Zaten hiçbirimiz de demiyoruz sanırım. Hatta düşüncelerimi şöyle süsleyeyim: Ben Ercan Saatçi'nin babası olsam, kendisiyle ilk karşılaşmamda şöyle derdim: "Ben sana Hürriyet'in spor koordinatörü olamazsın demedim ki..."
Son olarak yine geniş bir perspektiften bir soruyla yazıyı bitirmek isterim: Bu olay yeterince rezil ve yüz karası, hepimizin kabûlü. Ama Türk futbol camiasının neresi doğru ki zaten?
Daum'un hediyesi #2
Merak ediyorum, acaba Daum sezon boyunca, doğru olanı görene kadar daha kaç puanı lig serüveninde rakiplerine hediye edecek... Dün akşam oynanan zorluk derecesi yüksek lig oyununda, hepimiz takımın maestrosu Alex'in olmadığından hareketle "onun bölgesinde" kimin oynayacağını düşünürken, Cristoph'un Kâzım-Guiza şeklinde bir tertiple yeni bir arayışa girdiğine şahit olduk. Kâzım'ın geçen hafta santrfor mevkiinde sergilediği göz kamaştıran oyununu dün göremediysek şayet, bunda Guiza gibi sadece kendi kötü oyunuyla değil, çevresindekileri bozmasıyla da takıma zarar veren müthiş bir kara deliğin hiç mi rolü yok? Guiza, kendisine ne kadar iyi niyetle ve müsamaha ile bakmaya çalışırsak çalışalım, ne kadar onu değerlendirirken "meziyetlerini" ön plana almaya gayret edersek edelim, bunların hepsinin üstünü bir yorgan gibi örten uyuşuk, şahsiyetsiz, özgüvensiz ve silik futboluyla Fenerbahçe'nin lig yarışında bir el freni işlevi görmektedir. Dünkü oyundan sonra bu futbolcuyla devre arasında yolların ayrılması da, naçiz kanaatimce elzem bir hâle gelmiştir.
Öte yandan, daha evvel müteattit defalar yazdığım gibi, bir oyuncunun sahada sergilediği bu denli rezil bir performansta, o futbolcudan daha kabahatli olan kişi de kati surette ona forma veren ve akabinde de 90 dakika boyunca tahammül eden teknik patrondur. Daum, maçın ikinci yarısının ortalarında yaptığı Kâzım-Andre Santos değişikliği ile Fenerbahçe'nin hem bu maçtaki hem de lig yarışındaki kaderine acıklı bir dokunuşta bulunmuştur. O âna kadar Fenerbahçe, ligde artık klasiği hâline gelmiş bir şekilde "sağlam savunmalı, az pozisyon veren bir takım" hüviyetinde, kendisi oynamasa da rakibini oynatmayan bir görüntü arz ediyordu Kayseri'nin parmak ısırtacak güzellikteki stadyumunda. Ama Cristoph o değişiklik vesilesiyle sadece 1 değil, 2 vahim yanlışa birden imzasını attı. Öncelikle oyundan çıkması gereken oyuncu Kâzım değil İspanyol olmalıydı. Girmesi gereken ismin ise Guiza'dan bile daha silik ve uyuşuk Andre Santos değil, Selçuk ya da Deniz gibi bir orta saha presçisi olması icap ederdi. Andre Santos oyuna dâhil olup Guiza da sahada kaldığı andan itibaren, o dakikaya kadar kalesinde sadece 1 tehlike yaşayan sarı-lacivertliler, son 20 dakikada 5-1'lik bir hezimetten kurtulduğu için şükredecek denli etkisiz bir futbol oynamaya başladı. Bunu görmek ve işaretlemek gerekir.
İleriye atılan bütün topların, ligimizin en etkili (!) kara deliği Guiza, sonradan oyuna giren ve eski günlerini mumla aratan (Guiza'dan da hiçbir artısı görünmeyen) Semih ve fiziksel/mental olarak tam anlamıyla bitik bir görüntü arz eden Andre Santos nedeniyle duvara çarpıp gerisin geriye Fener yarı sahasına döndüğü bir oyundan 1 puanla ayrılmak, şüphesiz ki sevindiricidir. Ama Daum, henüz çok şey kaybedilmemişken kendisinin imza attığı bu hazin yanlışlarından ne zaman ders alacaktır? Zira eğer almazsa, Fenerbahçe'nin ligin ilk devresinin nihayetine kadar oynayacağı Beşiktaş, Eskişehir ve Trabzon deplasmanlarından yüzünde gülücüklerle ayrılması, Kaf Dağı'nın ardındaki bir hayalden öteye gidemez. Gaziantep'in ardından Kayseri'de sergilenen futbol, bu kanaatimizi mutlak surette doğrulayan bir oyun olarak tezahür etmiştir. Bu yüzden takımın teknik patronu tarafından gerekli tedbirlerin alınması da kaçınılmazdır. Bakalım Alman bu hususta ne düşünüp ne uygulayacak...
Kayseri (4-4-2): Suleymanou 4 - Ali Turan 7, Serdar 7, Koray 7, Hakan 7 - Mehmet Eren 9, Saidou 6, Furkan 7, Umut 5 (36' Gökhan 7) - Makukula 4 (62' Semih 7), Cangele 7
Fenerbahçe (4-4-2): Volkan 9 - Gökhan 5, Önder 7, Lugano 8, Roberto Carlos 4 - Mehmet 4 (88' Özer), Cristian 7, Emre 7, Vederson 7 (73' Semih 3) - Guiza 1, Kâzım 4 (62' Andre Santos 2)
Goller (1-1): Cangele (p) 72' - Cristian 21'
Öte yandan, daha evvel müteattit defalar yazdığım gibi, bir oyuncunun sahada sergilediği bu denli rezil bir performansta, o futbolcudan daha kabahatli olan kişi de kati surette ona forma veren ve akabinde de 90 dakika boyunca tahammül eden teknik patrondur. Daum, maçın ikinci yarısının ortalarında yaptığı Kâzım-Andre Santos değişikliği ile Fenerbahçe'nin hem bu maçtaki hem de lig yarışındaki kaderine acıklı bir dokunuşta bulunmuştur. O âna kadar Fenerbahçe, ligde artık klasiği hâline gelmiş bir şekilde "sağlam savunmalı, az pozisyon veren bir takım" hüviyetinde, kendisi oynamasa da rakibini oynatmayan bir görüntü arz ediyordu Kayseri'nin parmak ısırtacak güzellikteki stadyumunda. Ama Cristoph o değişiklik vesilesiyle sadece 1 değil, 2 vahim yanlışa birden imzasını attı. Öncelikle oyundan çıkması gereken oyuncu Kâzım değil İspanyol olmalıydı. Girmesi gereken ismin ise Guiza'dan bile daha silik ve uyuşuk Andre Santos değil, Selçuk ya da Deniz gibi bir orta saha presçisi olması icap ederdi. Andre Santos oyuna dâhil olup Guiza da sahada kaldığı andan itibaren, o dakikaya kadar kalesinde sadece 1 tehlike yaşayan sarı-lacivertliler, son 20 dakikada 5-1'lik bir hezimetten kurtulduğu için şükredecek denli etkisiz bir futbol oynamaya başladı. Bunu görmek ve işaretlemek gerekir.
İleriye atılan bütün topların, ligimizin en etkili (!) kara deliği Guiza, sonradan oyuna giren ve eski günlerini mumla aratan (Guiza'dan da hiçbir artısı görünmeyen) Semih ve fiziksel/mental olarak tam anlamıyla bitik bir görüntü arz eden Andre Santos nedeniyle duvara çarpıp gerisin geriye Fener yarı sahasına döndüğü bir oyundan 1 puanla ayrılmak, şüphesiz ki sevindiricidir. Ama Daum, henüz çok şey kaybedilmemişken kendisinin imza attığı bu hazin yanlışlarından ne zaman ders alacaktır? Zira eğer almazsa, Fenerbahçe'nin ligin ilk devresinin nihayetine kadar oynayacağı Beşiktaş, Eskişehir ve Trabzon deplasmanlarından yüzünde gülücüklerle ayrılması, Kaf Dağı'nın ardındaki bir hayalden öteye gidemez. Gaziantep'in ardından Kayseri'de sergilenen futbol, bu kanaatimizi mutlak surette doğrulayan bir oyun olarak tezahür etmiştir. Bu yüzden takımın teknik patronu tarafından gerekli tedbirlerin alınması da kaçınılmazdır. Bakalım Alman bu hususta ne düşünüp ne uygulayacak...
Kayseri (4-4-2): Suleymanou 4 - Ali Turan 7, Serdar 7, Koray 7, Hakan 7 - Mehmet Eren 9, Saidou 6, Furkan 7, Umut 5 (36' Gökhan 7) - Makukula 4 (62' Semih 7), Cangele 7
Fenerbahçe (4-4-2): Volkan 9 - Gökhan 5, Önder 7, Lugano 8, Roberto Carlos 4 - Mehmet 4 (88' Özer), Cristian 7, Emre 7, Vederson 7 (73' Semih 3) - Guiza 1, Kâzım 4 (62' Andre Santos 2)
Goller (1-1): Cangele (p) 72' - Cristian 21'
1 Kasım 2009 Pazar
Appiah Bologna'da
Türk futbol tarihinin gördüğü (bana göre) en iyi 3-5 yabancı futbolcudan biri olan Stephan Appiah, uzun süren sakatlık ve belirsizlik dönemini müteakip, Serie A takımlarından Bologna ile anlaşmaya varmış. Bologna kulübünden yapılan açıklamaya göre, Pazartesi günü resmî imzayı atacak olan Ganalı futbolcu, sezon sonuna kadar bu ekibin formasını giyecek. Tabii buradaki en önemli husus oyuncunun sağlığı. Damar tıkanıklığı gibi ölümcül bir rahatsızlığı atlatan orta saha oyuncusu, Aziz Yıldırım'ın geçen sezon sonundaki bir canlı yayında söylediğine göre Fenerbahçe'ye dönmeyi çok istemişti. Yine Yıldırım'ın beyanına göre, şayet rahatsızlığı tam olarak geçerse transfer edilecekti. Ama demek ki Fenerbahçe sağlık ekibine göre futbol oynaması sakıncalı bulunmuş olacak ki, taraftarın bu rüyası gerçekleşmedi. O halde soru şu: Madem futbol oynayabilecek kadar sağlıklı değilse, bir İtalyan takımı nasıl oluyor da onu transfer edebiliyor? Ya da bir başka deyişle, eğer bir İtalyan takımı futbol oynamasında bir sakınca olmadığını belirlemişse, neden Fenerbahçe almıyor onu? Elbette bir diğer soru da Appiah'ın Fenerbahçe kulübüne olan 2 milyon 800 bin avro civarındaki borcunun akıbetinin ne olacağı...
Her ne olursa olsun, bir Fener taraftarı olarak hayatımda seyrettiğim en iyi oyunculardan ve son 25 senede gördüğüm en yürekli Fener futbolcularından biri olan Appiah'ın hem hayatına, hem de kariyerine sorunsuz bir şekilde devam etmesini diliyorum. Bologna'nın her maçını da sadece onun için izlerim.
Her ne olursa olsun, bir Fener taraftarı olarak hayatımda seyrettiğim en iyi oyunculardan ve son 25 senede gördüğüm en yürekli Fener futbolcularından biri olan Appiah'ın hem hayatına, hem de kariyerine sorunsuz bir şekilde devam etmesini diliyorum. Bologna'nın her maçını da sadece onun için izlerim.
Daha kötüsü olabilir mi?
Ajax-Feyenoord maçları belki kelimenin gerçek anlamıyla bir derby değil ama kesinlikle Hollanda'nın en büyük rekabeti durumunda. Bu iki takımın taraftarlarının birbirinden ne kadar nefret ettiğini, Avrupa'da futbolu takip eden herkes bilir. İşte bugün Eredivisie'de bu büyük maç vardı. Ajax kendi sahasında oynamanın verdiği avantajla maça baskılı başladı. Feyenoord ise 4-2-3-1 düzeniyle gömülü savunma yapıp, kontradan öne geçmenin hesabındaydı. Nitekim bir toplarının da direkten döndüğüne şahit olduk. Ama ilk golü (hem de ilk yarı biterken!) Ajax'ın atması, konuk ekibin tüm planlarını alt-üst etti. 3 yıl önce AZ formasıyla Fener'e karşı (ön libero olarak) seyrettiğimiz ve her yıl futbolunun üzerine bir şeyler koyan Demy de Zeeuw, takımını öne geçiren isimdi. Bu gol yetmezmiş gibi 1 dakika sonra çıkan bir kırmızı kart nedeniyle Feyenoord 10 kişi kaldı. Kaleci atışı sonucu havadaki topa yükselen 2 oyuncudan Babovic, elini biraz fazla açarak rakibine kasten müdehale etti belki ama böyle önemli bir maçta bana göre kırmızı kartın bu kadar kolay ve ucuz çıkmaması gerekir. Pozisyonun hakkının sarı kart olduğunu düşünüyorum.
İkinci yarıya Feyenoord baskılı başlama amacındaydı ama eksik kalması yetmezmiş gibi bir de devrenin daha başında gelen Emanuelson'ın şahane golüyle gardı hepten düştü. Takımca defans yapamayan, hücum edemeyen, ne yapacağını şaşırmış ve dağılmış bir ekip görüntüsüyle art arda golleri yemeye başladılar. Bu arada maç 4-1 devam ederken son dakikada kalecilerinin de bir penaltıya sebep olarak kırmızı kart görmesi, Feyenoord yakın tarihinin bu en kara günlerinden birinin üzerine tuz-biber ekmiş oldu.
Ajax takımında, Hertha'dan (bir uyuz olarak) tanıdığımız Pantelic, pivot santrfor rolünde çok çalışkan bir görüntü sergilerken, takımın yıldızları Emanuelson, De Zeeuw ve Suarez ise neredeyse kusursuz oynadı. 4-1-3-2 düzeninde bir makine gibi işleyen takım, her hattıyla ve teknik direktör Jol ile Hollanda'nın en iyisi konumunda şu an. Bu yüzden şampiyonluğun da en güçlü adayı olduklarını düşünüyorum.
Ajax (4-1-3-2): Stekelenburg - Ven der Wiel, Alderweireld, Verthongen, Anita - Enoh - Gabri, de Zeeuw, Emanuelson - Suarez, Pantelic
Feyenoord (4-2-3-1): van Dijk - Leerdam, Vlaar, André Bahia, van Bronckhorst - Landzaat, Fer - Biseswar, Babovic, Wijnaldum - Slory
Goller (5-1): de Zeeuw 42', 82' , Emanuelson 47', van der Wiel 58', Suarez (p) 90' - Landzaat 74'
İkinci yarıya Feyenoord baskılı başlama amacındaydı ama eksik kalması yetmezmiş gibi bir de devrenin daha başında gelen Emanuelson'ın şahane golüyle gardı hepten düştü. Takımca defans yapamayan, hücum edemeyen, ne yapacağını şaşırmış ve dağılmış bir ekip görüntüsüyle art arda golleri yemeye başladılar. Bu arada maç 4-1 devam ederken son dakikada kalecilerinin de bir penaltıya sebep olarak kırmızı kart görmesi, Feyenoord yakın tarihinin bu en kara günlerinden birinin üzerine tuz-biber ekmiş oldu.
Ajax takımında, Hertha'dan (bir uyuz olarak) tanıdığımız Pantelic, pivot santrfor rolünde çok çalışkan bir görüntü sergilerken, takımın yıldızları Emanuelson, De Zeeuw ve Suarez ise neredeyse kusursuz oynadı. 4-1-3-2 düzeninde bir makine gibi işleyen takım, her hattıyla ve teknik direktör Jol ile Hollanda'nın en iyisi konumunda şu an. Bu yüzden şampiyonluğun da en güçlü adayı olduklarını düşünüyorum.
Ajax (4-1-3-2): Stekelenburg - Ven der Wiel, Alderweireld, Verthongen, Anita - Enoh - Gabri, de Zeeuw, Emanuelson - Suarez, Pantelic
Feyenoord (4-2-3-1): van Dijk - Leerdam, Vlaar, André Bahia, van Bronckhorst - Landzaat, Fer - Biseswar, Babovic, Wijnaldum - Slory
Goller (5-1): de Zeeuw 42', 82' , Emanuelson 47', van der Wiel 58', Suarez (p) 90' - Landzaat 74'
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)